zipirinsanla fantastik edebiyat felsefesi 101

1 Aralık 2009 Salı

Uyku problemimin tekrar hortladığı şu günlerde, eski kitaplarımı tekrar okuyor, ingilizce e-book larını indirip ingilizcemi ilerletmeye çalışıyorum. Fantastik edebiyat içersine gizlenen felsefeyi ilk kez keşfetmedim. Ancak ilk kez bu kitapları maksat muhabbet olsun diye okumadığımı, kendimi geliştirdiğimi farkettim. 


Shawshank redemption filmini izlediniz mi bilmem. o filmi, yine bir uykusuzluk nöbetime deva olsun diye izlemiştim. Uyku problemi olan bir insan olmakla birlikte, iyi bir filmin beni melek gibi uyuttuğu gerçeğini reddetmeyeceğim. Garip bir huzur verir bana güzel filmler. Sanki tekrar babamın güvenli kucağındaymışım gibi. o gece de hastaydım, uyumam gerekiyordu ama uyuyamıyordum. Ben de msn deki arkadaşlarımdan film tavsiyesi istedim. 

Filmi daha önce izlememiştim. Adını bir yerden duyduğumu hatırlıyordum ama emin olamıyordum. Ancak filmin ortalarına doğru, ben bu hikayeyi bir yerden okumuştum dedim, bingo! stephen king amcanın hikayesiydi bu. Kitaplarla insanların inanılmaz bağları vardır. Her kitabın insana hissettirdiği şey farklıdır. ve kitapların film uyarlamaları insana her zaman zevk vermeyebilir. ve bu film, kanımca çekilmiş en başarılı kitap uyarlamasıdır.

Filmi tanımlarken hep kullanılan "azimle sıçan mermeri delermiş" kalıbı, bence filmi tanımlamaya yetmez. Filmin benim gözümün içine içine soktuğu şey, sabit duranların diğer nesnelerin içine daha çok nüfuz ettiği gerçeğidir. Nedir sabit durmak? Veya sabit şeylerin diğer nesneler üzerinde neden böyle derin bir etkisi vardır? Tam olarak dillendiremiyorum bunu. Ama bu bir gerçek. "dünyada taştan olmayan ve kimsenin senden alamayacağı şeyler vardır." ve sen ne yaparsan yap, onlar seninledir. Bunun sebebi, onların verdiği güvenlik duygusudur. Onlara duyulan sevgidir. Sabit duranlar, bazen bir şarkı olur onu içimizde taşırız. Bazen bir insan olurlar, ölseler bile bizimledirler. Bazen bir binadır, bazen bir ağaç. Ama, durağanlıkları bizi etkiler. Onları severiz, onlara saygı duyarız, hayatımız altüst olsa bile onların orada bıraktığımız gibi bizi beklediklerini biliriz. Uzun ve yorucu bir günün ardından eve dönmek istediğimiz gibi, tüm mutsuzluklarımızın ardından o sabitimize koşmak isteriz. Ve hepimizin içinde, sabitleşme/ölümsüz olma/arkamızda bir eser bırakma sevdası vardır.

andy, brook ve red her insanın ömründe bir kez karşılaşıp muhabbet etmesi gereken tipte insanlardı. ipten kazıktan kurtulmuş olabilirlerdi. hırsızlık yapmış, adam öldürmüş, dolandırıcılık yapmış olabilirlerdi. ama hayata karşı kalender bir duruşları vardı. kanadı kırık bir kargayı cebinde besleyen o yaşlı adam, belki de hayatı boyunca dürüst yaşamakla övünüp öyle ölen pek çok insandan daha merhametliydi. red, belki de suça bulaşmamış ama sokakta itlik peşinde koşan pek çok insandan daha dürüst, daha mertti. andy her türlü itliği yapıp sonra kendisine "kader kurbanı" diyenlerden daha fazla kader kurbanı idi. ve hayatlarında hapishane gibi önemli bir ortak sabit vardı. şüphesiz ki brook orda hepsinden fazla kalmış ve en çok etkilenen olmuştu. kendi içersinde daha fazla karmaşaya sahipti. hapishane onun hayatına nüfuz etmiş, hayatı olmuştu. aynı şeyi red e de yapıyordu. "umut tehlikelidir. umut bir insanı deli edebilir" dedirtecek kadar içine işlemişti. ama andy, sabit duran bir insandı. kendi içindeki karmaşasını en aza indirebilmişti. yani, ilk başta göründüğü gibi değildi. iyi bir ilk izlenim bırakmıyordu, soğuk biri gibi duruyordu, fazla konuşmuyordu. aşırı soğukkanlılığı onu duygusuz biri gibi gösteriyordu. ne yaptığını bilen, o kendinden emin tavrı hiç bir zaman bozulmuyordu. hayatlarına biraz olsun neşe katabilmek için kendisini tehlikeye atmaktan çekinmiyordu. belki kimse onu ilk gördüğü anda sevmezdi. ama yokluğu özlenirdi.

andy, su gibiydi. saftı, ancak bir şekilde yolunu buluyordu. koşullar onu sertleştirse de, içinde pislik tutmuyordu. pisliğin içinde emeklemesi gerekse de. ve umut etmeyi bırakmıyordu. çünkü "umut iyi bir şeydir. ve iyi şeyler asla ölmez."



Bu gece, şarabın da etkisiyle iyice efkarlanmışken, lord of the rings, the two tower'ı yeniden okuyayım dedim. İşte beynimdeki şimşekler o anda çaktı. 


Ağaçsakal'ın hobbitleri bulduğunda "lisanımız çok latif bir lisandır ama bu lisanda herhangi bir şey söylemek çok uzun vakit alır. Çünkü o kadar uzun vakitte söylemeye ve dinlemeye değmezse biz hiçbir şey söylemeyiz" demişti. Bu cümle beni çocukluğumdan beri etkilemiştir. Ve bu kez, Ağaçsakal'ın hakikaten çok bilge olduğunu ve fantastik edebiyatçıların sabit nesnelerin diğerlerine daha çok nüfuz ettiği gerçeğini seneler önce keşfedip gözümüze gözümüze soktuğunu anladım. 


Ağaçsakal'ın her bir sözü, beni aylar önce, shawshank redemption'ı izlerkenki ruh halime döndürüyordu:"Bizler ağaç çobanlarıyız, biz ihtiyar entler. Artık çok azımız kaldık. Zamanla koyunların çobana, çobanın da koyunlara benzediği söylenir; lakin bu yavaş yavaş olur ve ne biri ne diğeri dünyada fazla dayanmaz." "Entler elflere daha çok benzer. Kendi kendileriyle, insanlara nazaran daha az alakalıdırlar ve diğer şeylerin içine nüfuz etmede daha başarılıdırlar. Yine de entler insanlara benzer, elflere nazaran daha kolay değişebilirler, haricin rengine uymakta daha hızlıdırlar da diyebiliriz. Ya da en iyisi şöyle demeli: Daha sabit olduklarından, zihinlerini bir şey üzerinde daha uzun süre teksif edebilirler."


Daha sabit olduklarından... Cümleler, beynime beynime vurdu. Evet, entropisini en aza indiren, kendi içersindeki karmaşayı çözmüş insanlar daha bilge oluyorlardı, sabit olmak istenen bir şeydi. Kendi içinde güçlü olan, zamandan ve dış etkilerden daha az etkilenip kendisini buna uyarlıyordu. Üstelik, bunu yaparken etrafını değiştirme gücünü de elde ediyordu. 


Bu düşünce ise, hemen beynimin tozlu raflarından, Italo Calvino'nun sözlerini buldu getirdi: "Simyacı, maddede değişimler elde edebilmek için kendi ruhunu değişmez ve altın gibi saf kılmaya çalışan kişidir; ama bir de doktor Faust örneği var, o simyacılık kuralını altüst eder. Ruhu değiş-tokuş edilebilecek bir nesneye dönüştürür ve böylece doğanın bozulmadan kalacağını, artık altın aramaya gerek kalmayacağını çünkü bütün elementlerin aynı derecede değerli, dünyanın altın, altının ise dünya olacağını umar." Bunu hatırlamamla birlikte, zihinsel bir orgazm yaşadıktan sonra, okuyup da pek beğenmediğim Kesişen Yazgılar Şatosu isimli öykü benim için bir başucu kitabına evrildi. 


Sonra, sabitlerin insan hayatına etkilerinin işlendiği başka eserler geldi aklıma. Scarlett o'hara için Tara vardı, Kender tass için kendermoore. Ev'di oralar, sabitti. Dönünce hep aynı bulacağın, ne kadar değişirse değişsin havası hep aynı olandı. Hayatları değiştirme gücü olan mekanlardı. Kendi evim geldi aklıma, kitaplarım geldi. Her okuyuşumda başka bir yönlerini keşfetsem de, hep aynı zevki alırdım. Garip bir hoşnutluktu bu. Eski dostlarla görüşmenin neden bu kadar keyif verdiğini şimdi daha iyi anladım. Hayatımda bir şeyleri değiştirmem için ne yapmam gerektiğini farkettim. 


Fantastik edebiyat için "Edebiyat değil o yeaa, paçavra bunnar" diyen birini görürsem ağzına terlikle vurcam. 




0 yorum:

babamın radyosu