yine izmit yine izmit

21 Eylül 2009 Pazartesi

İşte geldim burdayım, ben bu işte ustayım!!! Yine izmitteyim, biraz önce geldim. Yani biraz önce demem, iki saat falan oluyor. Of çok yorgunum şimdi saçmalamayayım.


Bu güzel bayram gününde, ablamların istanbula kadar arabayla gelmelerini fırsat bilip, kendimi esenler otogara götürttüm:) Ordan da efeturla ver elini izmit. Yurtta kimse yok tahmin edilebileceği gibi. Salih amca aşağıdaydı, eşyalarımı yukarı çıkarmama o yardım etti. O da az önce gitti sanırım, bekçilerle başbaşa kaldım koskoca yurtta.

Gelir gelmez, tüm yaz boyunca hayalini kurduğum şekilde eşyalarımın yerlerini değiştirdim. Evet, o koskoca dolapları, karyolayı, kitaplığı, masayı falan yerinden oynattım tek başıma hem de. Böylelikle ne kadar annemin kızı olduğumu bir kere daha ispatlamış bulunuyorum. Neyse, sonra da bavullarımdaki eşyalarımı bir bir yerine yerleştirdim. Oh çok güzel oldu. Şimdi de bilgisayarımı açtım keyif yapıyorum.

Yarın da odamdaki eksikler için alışverişe gideceğim. Ayna, çöp kovası, askı, dolabın içine koymaya raf falan alacağım. Böylelikle tamamen buraya yerleşicem. Şimdi sırt ağrılarımı dinlendirmek için bir süre uyuyorum. İyi bayramlar millet!

deneme sürüşü

9 Eylül 2009 Çarşamba

Biraz para kazanmaya başlayınca elbette kendime bir araba alacağım. Tamam hayallerimdeki gibi bir chevrolet bel air cabrio alamayacağım o belli bir şey. Şimdilik hedefim renault toros. Bir araba alıncaya kadar ise sevgili ayaklarım beni canımın istediği yere götürme konusunda bana yardımcı olacaklar.


Bu yaz ayağımı kırdığım ve ayağım da halen şiş olduğu için, eski ayakkabılarım ayağımı feci halde sıkıyor. Terliklerim bile olmuyor ayağıma ühühühüh... Rejenerasyon yürüyüşlerim sırasında emektar reebok spor ayakkabım ayak parmaklarımı mengeneye alıp parmaklarımın su toplamasına neden olduktan ve ben de sevgili ayak parmaklarımı olanca sakarlığımla kapıya çarpıp o toplanan suları patlattıktan sonra yürüyebilmem ve insan içine çıkabilmem için yeni bir ayakkabı almak farz oldu. Hayır, tamamen cenabetlik bu benim başıma gelenler onun da farkındayım. Artık galatasaray hamamına gidip kırk tas su mu dökünmeliyim yoksam en yakın kiliseye gidip kendimi vaftiz mi ettirmeliyim bilemiyorum.

Sevgili anneciğim alışveriş için İstanbul'da iken bu talihsizliğin gerçekleşmesi ise büyük şanstı. Zira kendisini arayıp biraz ağlayınca, hazır oradayken bana bir çift spor ayakkabı da almaya karar verdi.

Ayakkabı konusunda hassas olduğumu, ayağımın yeni ayakkabı alerjisi olduğunu ve modelin rahatlığı dışında dış görünüşüne de önem verdiğimi pek tabii ki annem biliyordu. Gitmiş bana nike air flight diye bir spor ayakkabı almış. Dış görünüş bakımından sınıfta bırakacağım bu ayakkabıyı daha ayağıma bile giymeden "iğrenç" diye yaftaladım.



Arkadaş, ben de biliyorum böyle yaftalamamak lazım denemeden etmeden. Ama görüntüsü cidden beni cezbetmedi. Sonra pek tabii ki artık alınmış giyeceğiz, bir deneyelim bakalım rahat mıdır nasıldır dedik, deneme sürüşüne çıktık.

Belediyenin içine sıçtığı yolların yağmurla beraber çamur deryasına dönüşmüş kısımlarında, sağanak yağış altında test ettim ayakkabıyı. Aslında bu hava koşullarında test etmeyedebilirdim ama yağmurun dineceği yoktu, benim bankaya gitmem gerekiyordu ve giyecek başka bir ayakkabım da yoktu.

Her neyse, diyebilirim ki bu nike air flight denen ayakkabı şimdiye kadar denediğim en rahat ayakkabılardan birisidir. Buradan ilan ediyorum. İlk görüşte beğenmeyen kafama sıçayım afedersiniz. Ayağım son derece şiş ve ayak parmaklarımın cılk yara olması gibi olumsuzlukları zerre hissetmediğim gibi, sol ayak bileğimdeki geçmiş yıllardan kalma kırığın sebep olduğu ve biraz fazla yürüsem hemen kendini belli eden ağrıyı da hissetmedim. Zira bileğime destek veriyordu epey bir.

O yağmur çamurda ve cidden bozuk yollarda beni ceylan gibi sektirtti vallahi. Üstelik bir damla su bile almadan. Ancak eve dönüşte kendi dikkatsizliğim nedeniyle kapının önünde oluşmuş göle iki ayakla dalınca, ıslandı haliyle.

Tekrar, bu ayakkabıyı beğenmeyen kafama sıçayım diyor ve herkese ayakkabı alacaklarsa önce bir bunu denemelerini tavsiye ediyorum.

rapçilerdeki peltekleşerek şarkı söyleme ekolü

7 Eylül 2009 Pazartesi

Türkiye'de rap müziği çoluk çocuk işi gibi görülüyor. Böyle asi gençliğin metal dinlemesine falan alışmışız. Böyle insanlar böğürüyor falan, geğirir gibi şarkı söylüyorlar, 30lu yaşlarındaki insanlar "vay aq adamlar ne müzik yapıyor beah" diye dinliyor. Rap ise "çoluk çocuk işi, müzik diil" falan gibi saçma argümanlarla eleştiriliyor. Ben ise hiç değilse emo rapçi yok diye seviniyorum.


Şimdi, müzikalite açısından bakarsak o böğürtülerdense rap daha insani, daha anlaşılır geliyor. Bunda çoğu kişinin benle hemfikir olmadığını çok iyi biliyorum. Sonuçta müzik bir zevk işidir, zevklerle renkler de tartışılmaz. Ancak rapçilerdeki bazı anlamlandıramadığım takıntıları da burada eleştirmeden de duramam.

Özellikle zenci rapçilerde, çok fazla "s" geçen lyriclerde şarkıyı peltekleşerek söylemek bir ekol. Bunu türkçede en iyi ceza yapıyor. Hayır aga peltek değil. Diğer şarkılarda gayet güzel söylüyor. Ancak bol s lilerde bir peltekleşme bir söylenenlerin anlaşılmaması için uğraşma falan filan... Arkadaş zaten hızlı söylüyorsun, sözlerinin yarısı hızından, kalanın üçte biri de aksanından zerre anlaşılmıyor. Bunu daha fazla anlaşılmaz yapmanın amacı nedir ben anlamıyorum. Zira şu rap denen zımbırtı sözlerini anlamadan dinlenilmemesi gereken bir şey. Böyle s seslerini eğip bükerek, efenime söyleyeyim kendini bilerek peltekleştirerek şekil yapmak hoş değil. Ayboluyor kanımca.

İki gıdım ingilizcem vardı, onun da içine ettiniz aq! Rap dinleye dinleye peltek dedelere döneceğiz. Hayır bağımlılık da yapıyor meret, kolay bırakamıyorsun:( sözlerini anlayabildiğim ender bol kiss diss falan içeren şarkıyı da, bloğumu takip edenlere armağan etmek istiyorum:

zipirinsan'ın ciddi insanlar dünyasına yolculuğu

4 Eylül 2009 Cuma

Nasıl bitti anlamadım ama, tatil bitiverdi işte. Benim de son derece entellektüel uğraşlarla geçirdiğim (yalaaaannn) bir tatil döneminin ardından yeni öğretim yılına hazırlanmam lazım.


Bu sene tabii ki geçen senelerden farklı bakıyorum okul olayına. Hep makara kukara aşktı meşkti derken üç koca seneyi harcadım. Kişisel gelişimim açısından çok önemli şeyler katmış olsam da kendime, ciddi insanlar dünyasında işime yarayacak tek bir şey bile bilmediğimi hissediyorum.

Kendime şöyle bir bakınca, aklıma gelen tek şey A River Runs Throuh It de Norman'ın okuldan dönüp de babası ona çalışma odasında ne iş yapmayı düşündüğünü sorduğunda " henüz ne yapacağıma karar vermedim" demesi. Adamcağız önce bir yutkunmuş, sonra da "ne yapacağına karar verebilmek için önünde 6 sene vardı" demişti. Çocukluğumdan beri bu sahne benim içimde yer etmişti. Ben böyle olmayacağım yahu, mal herife bak onca sene okumuş daha ne yapacağına karar verememiş demiştim. Büyük konuşmuşum dostlar, çok büyük konuşmuşum...

Normal eğitim süremin sonuna geldiğim şu senede, ki okulum uzayacağı için eğitim hayatımın son senesi diyemiyorum maalesef, henüz ne iş yapacağıma karar vermiş değilim. Aslına bakılırsa da, çocukluktan beridir bu kararsızlık bende mevcut.

Son derece yeteneksiz bir dansçı olduğum için asla profesyonel bir dansçı olamayacağımı anlamakla başladı benim kararsızlığım. Oturduğumuz şehirde bir buz pisti olmadığı için artistik patinajdan zaten henüz dört beş yaşlarındayken vazgeçmiştim. Sonrasında, arkeolog olup kazılar yapmak, yeni medeniyetler keşfetmek istedim. Bu konuda ailem beni "mezar soyguncusu mu olacaksın" diyerek pek de desteklemediklerini belirttiler. Tarihin aydınlatılmasına son derece elzem ve saygın bir bilim dalı hakkında böyle yorumlar yapmaları elbette can sıkıcıydı ve ölü görmekten müthiş derecede korktuğum için şimdi onlara teşekkür edesim var.

Ömrümü zeolojiye adayıp yağmur ormanlarındaki böcek türleri hakkında araştırma yapma sevdam ise, babamın öldüğü gün çıplak ayakla bir salyangoza basmamla birlikte havaya karıştı. Hala balıklar, kurbağalar, sümük ve portakallı jöle de dahil olmak üzere ıslak ve kaygan şeylere dokunamıyorum. Clive Cussler'ın kötü örnek olmasıyla birlikte aşık olduğum deniz maceralarına atılmama ise, yüzme korkum engel oldu. Ortaokul zamanlarımda ise yazar olup bir sürü güzel hikaye anlatmayı, bir radyo programı yapmayı, gazetelerde köşe yazıları yazmayı falan hayal etmiştim. Bu konudan hala umutluyum.

Lisede daha gerçekçi hedeflerim vardı. Valla bak. Bir ara üniversiteyi Cambridge'de okumak gibi dallamaca hayaller kurmadım değil ama bu sadece bir ay sürdü. Bu arada üniversiteyi Cambridge'de okumayı hayal etmek elbette ki dallamalık değil ama olmayacak şeylerle vakit kaybetmek dallamalıktı lise zamanlarında. Cambridge hayaliyle boş geçirdiğim zamanda iki test çözsem belki şimdi Yıldız Teknikte olurdum. Bilgisayar dahisi olup gelmiş geçmiş en müthiş programcı olma hayalim ilk bilgisayarımla birlikte suya düştü. Sonra da sırasıyla ingilizce öğretmenliği, pilotluk (ki lise2 de gözlük kullanmaya başlayınca yalan oldu), mimarlık (lisede gıcık olduğum kız mimarlık kazanınca vazgeçtim), diş hekimliği gibi bana pek de uymayan ama en azından yapmamın daha akla yakın olduğu meslekleri yapmayı düşündüm. Eski günlüklerime baktığımda, kısa bir anlığına "lan endüstri mühendisi olsam nasıl olurdu hey yavrum hey" diye düşündüğümü görüyorum. Şu an aklıma gelen o en son ihtimalin eğitimini aldığım için, eh hedeflerimden çok da uzaklaştığımı söyleyemem diyebilirim.

Üniversitedeyken ise çeşitli yönelimlerim olmasına rağmen hep endüstri mühendisliğinin son derece geniş olan iş imkanları içinde düşündüm kendimi. Üretimde çalışmayı düşlemiştim. "Üretim mühendisi" vay anasını çok havalı geliyordu kulağa. İlk üretim stajımdan sonra bu fikirden vazgeçtim. Aslına bakarsanız sanayi sitesindeki amcalar çok yardımcı oldular, hem eğlenceliydi de ama bana göre değilmiş. Bir ara AR-Ge yapçam yeni fikirler üretçem diye kafayı çizmiştim. Hatta geçen dönem projemi de bu konuda almıştım. Ancak proje sayesinde gördüm ki Türkiye'de doğru düzgün ar-ge yapan şirket yoktu ve bu alanda yeterli yayın, vizyon, deneyim... hiç bir şey yoktu. İlla ar-ge diyorsam yurtdışına gitmeliydim ki yurtdışındaki şirketler de sanırım beni işe almazdı. Sonunda lojistik ve insan kaynaklarına yöneldim. Sanırım bu konular benim için daha uygun olur.

Tabii tüm bu karar süreçleri içersinde hep hayalci bir tutum sergiledim. Hala da hayal kuruyorum. Ama elbette ki bu işler hayal ehlinin becerebileceği şeyler değil. Daha rasyonel olmak lazım, iş yaşamında bana katkısı olan şeylere kafa patlatmam lazım. Sanırım iş yerinde Dostoyevski okuyana değil yönetim organizasyon okuyana önem veriyorlar. Hiç çalışmadım, ama edindiğim izlenimler o yönde.

Bu yılımı, kendimi iş yaşamının gerekleriyle donatmaya ve gerçekten sistemli bir şekilde çalışmaya adamaya karar verdim. Ciddi insanların dünyasında şebek muamelesi görmek istemiyorum zira. Kendi çapımdayken olduğum gibi güzelim, ama ciddi insanların dünyasında tam bir felaketim.

Kendime yeni öğretim yılının başı olması sebebiyle bir program ve alışveriş listesi hazırladım. Epey bir paradan çıkacağım ama yurt ortamındaki fiziksel şartlarımı iyileştirmeden pek de başarılı olacağımı sanmıyorum. Nedense şeklen her şey düzgün değilse ben bir iş yapamıyorum. Bu konuda anneme çekmişim sanırım.

Neyse, bu konudaki gelişmeleri ve öğrendiğim hemen her yeni şeyi bloğumdan paylaşacağım. Ben de bir şeyler öğrenmek istiyorum beni de al arana diyenler beni takip etsin. Herkesi öperim!

Bunu okuyosanız topsunuz olm top

2 Eylül 2009 Çarşamba

Canım sıkkın.


Ona buna istediğin gibi saydırabilmek için kendine ait bir bloğun olması ne güzel bir şeymiş arkadaş. Sözlük bizim evimiz sözlük bizim canımız eyvallah da biriki sarhoşluk maceramızdan sonra ağzımızın payını aldık. Daha da canımız sıkkınken sözlük yok! Hayır insanın arkadaşı bile olsa sözlüğün sahibi, lafını ediyor sonra. Ulan arkadaş arkadaşa çemkirir mi lan? Şimdi ben de çemkiriyorum tamam biraz çelişkili oldu.

Neyse, insanın kişiliği hakkında bilip bilmeden iki yazı okuyup karar veren dallamalara kıl oluyorum arkadaş. Ek$ibition'da okumuşmuş da yok efenim boş insanmışız da yok bilmemneymiş de... Yok efenim mokar hastası nihanmışım da bloğuma ne zaman seks hakkında yazmaya başlıyormuşum da... Sana ne la ipne! Sana mı kalmış kimin ne olduğunu iki yazıya bakarak yorumlamak? Sana mı kaldı benim huyumu suyumu düzeltmek, ne yazıp ne yazmayacağıma karar vermek? Herkes yanlış da bir sen mi doğrusun lan sikik beyinli!

Arkadaş tepki verme, sakin ol, karmaya inan, zen, akapunktur, yogadır bilmemnedir derken sikeyim sinirlenmemeyi dedim afedersiniz. Bana ne lan sizin cinsel hayatınızdan sizin nasıl yaşadığınızdan! Benim gayet kendi çapımda gayet sakin bir hayatım var. Arada sırada sapıtıyorsam size ne lan? Göbeğimiz bir mi kesildi? Bu tepki nedir? Ben düzelince ehl-i namus bir insan olunca dünya mı kurtulacak? Ekonomi mi düzelecek? Siktiğimin ibneleri siz çok mu doğrusunuz amınakoyim?

Hayır bundan sonra ılımlı olmak falan yok arkadaş! Küfrediyorsa küfür, iğneliyorsa iğneleme, iyi davranıyorsa iyi davranış. Sikerim iyi insan ayaklarını bu ne be? Mülayim buldular saldırıyorlar. Ben kimseye kendimi ezdirmem kardeşim.

Bundan sonra sözlük olayında bir süre yokum. olmamakla da çok iyi edeceğimi düşünüyorum. Saçma saçma insanlarla muhatap olmak yerine, kendime daha çok zaman ayıracağım.



babamın radyosu