Sarhoşluk ve Romantizm Üzerine

31 Ağustos 2009 Pazartesi

David Sides'a özenip piyano çalmaya heves etmemle birlikte, hayatım değişti.


Şimdi beni bilenler bilir, uykusunu 2şer saatlik dilimlere bölmüş duygusal terminatör kılıklı bir insandım. Ancak piyano sesinin beni sakinleştirdiğini keşfettiğimden beridir uyurken kulağıma mp3 playerımın kulaklığını takmadan uyuyamıyorum. Kendi kendini terapi gibi bir şey oldu. Ne kabus görüyorum ne bir şey. Mışıl mışıl 8 saat garanti uyku! Ben şimdi Davidime aşık olmayayım da kime olayım?

Müzik sayesinde artık kabus görmüyorum ama, rüyamda Davidimi ve bazı arkadaşları görmeye başladım. dans ediyoruz falan... Halbuki dans etmeyi de bilmem. Neyse, geçen gece yine Davidimle dans ettiğim bir rüyadan sonra kalktım, şunun resmi internet sitesine gireyim bakayım yeni şarkı yapmış mı dedim ve şarkılarının notalarını sattığını gördüm.

Sevinçten havalara uçtuğumu tahmin edersiniz. Hemen gözlerim, bir kere piyanoda çalamadan ölmek istemediğim şarkıyı, love in this club ı aradı. Hehe, buldum tabii. 2 dolar küsür bi fiyatı var. Ancak paypal mi ne zımbırtıyla sattığı için alamadım.

İnternet ile ilgili her sorunumda onu arayıp ağladığım sevgili Bülentçimin bana "sana ne istersen alıcam" sözü vardı. Ben de koleksiyonuma eklemek üzere porselen bebek istemiştim ondan. Hemen paypal varsa onda vardır diyerek, bebekten vazgeçtiğimi ve bana o notaları almasını istediğimi söyledim.

İşi vardı tabii her zamanki gibi, sonra bakarım dedi. Ben de o sırada sevgili dertli arkadaşım Deniz'e döndüm. Kendisi yine üzgündü, yine içmişti. David Sides'ın o notalarını almak istediğimde, hiç duraksamadan "link ver bakayım hangi siteymiş, ben sana alırım" dedi. Apıştım kaldım. Çok romantik bir şey bu yaa... Kime, hangi kıza bir erkek şarkı almış/nota hediye etmiş? Valla bizim burda fantezilerimiz çiçeğe çikolataya falan tükeniyor. Onu bile almıyor, alırken laf ediyorlar. Neyse, paypalden aldığını söyledi, banka bilmemnesi gerekiyormuş, yarın hallolur dedi. Havalara uçtum sevinçten.

Deniz o gece çok tatlıydı lan. Gerçi hep tatlıdır ama, daha ben ağzımı açmadan kalkıp "ben sana alırım o şarkıyı" demesi çok hoşuma gitti. Bir süre daha konuştuk, "evlensene lan benle" dedi, kabul ettim ben de Deniz'den iyisini mi bulacağım? Okulum bitsin hemen evlenelim, dedim. Olmaz hemen evlenmemiz lazım, dedi. Benim telefonum bozuk bir süredir, aramış beni. Sordu telefonun niye kapalı diye, ben de bozuk olduğunu söyleyince "sana hemen bir de telefon yolluyorum" dedi. Şaştım kaldım. Annesiyle konuşturacakmış beni.

Her neyse, çok sarhoş olduğu için bir süre sonra uyumaya gitti. Sabah ise evlilik teklifinden de şarkıdan da eser yoktu. Her zamanki gibi aşık olduğu kızdan, kızın niye ona kötü davrandığından bahsetti. Ben de hani benim şarkı ne oldu diye sormadım.

Evlenme teklifi olayı falan hadi makaraydı da, abi beni can evimden, notalarımdan vurmayacaktınız yaaa:'( Sarhoştum hatırlamıyorum olayının böyle pis bir şey olduğunu bilmezdim ben. İnsan çok üzülüyor.

Deniz seni kınıyorum, bir genç kızın hayalleri ile oynadın!!! Ancak burdan ilan etmek istediğim bir gerçek var kiii, Deniz Türkiye'nin gelmiş geçmiş en romantik erkeğidir. Onu üzen kızın da allah tepesinden baksın ne diyim...

nutella gibiyim esmer ve kavruk

30 Ağustos 2009 Pazar

Diyetteyim:( Aslına bakılırsa ben ebedi diyete mahkum bir insanım. 4 kilo doğmuşum lan hesaplayın siz. "ben böyleyim" diye susup oturmak olmaz tabii... Annemin de zorlamasıyla diyet denen belada emin adımlarla ilerliyoruz.


Şimdi diyet yapmanın zorluklarından bahsetmeyeceğim. Herkes bilir ki uzun süre diyet yapanlar alışıyor bir süre sonra. İnsanın canı yemek falan istemiyor. Bir tencere mantıyı bir oturuşta yiyebilirken, bir tabağı zor bitirir hale evrilebiliyor. İrade, abur cuburlara karşı koyma konusunda lazım oluyor asıl.

Kim sevmez ki lan nutellayı? Nutella sevilmez mi? O güzelim kıvam, o lezzet... Nutella'nın ekmeğe sürülüp ısırıldığı o an.... Ağzın içinde döndürmek, efenime söyliyim ağzın içindeki enfes nutella tadı ile birlikte gelen o mutluluk, gözlerin huşu içinde kısılması... İnsan diyet millet dinlemiyor, koca bir kavanozu yiyip bitiriyor valla!!!

Yalnız nutella tek başına gitmiyor. Yani yanına nutellanın orgazmikliğini katlayacak arkadaşlar lazım. Mesela süt! Süt ve nutella!!! Fırından yeni çıkmış tazecik sıcacık ramazan pidesinin üzerine bir kat kaymak sürüp üzerine nutella sürmek sonra da afiyetle yemek mesela bir kaşık alıp kavanoza dalmaktan daha güzel, daha mutluluk verici. Keza nutellalı kaymaklı krep üzerine ballı sos döküp çilek ve muzlarla süslemek de inanılmaz lezzetli olabiliyor. Sonra zipirinsan niye zayıflayamıyor diye hayıflanıyoruz:(

Nutellaya olan aşkım ve özlemimle, naçizane bir şiYir yazdım:

Nutella gibisin şişman ve esmer
Herkesler seni pek pek çok sever
Millet dudaklarını yalıyor neden?
Nedir bu çektiğim diyet elinden?

Yeter şişmanlatma da üzme beni
Suçum ne lan seviyorum seni
Dar kotlarıma sığmak istiyorum
Nutellam seni özlüyorum

O değil de, çok acıktım ben yaa:/

David Sides ve piyano çalmak hakkında


Youtube da video avcılığı yaparken denk geldim videolarına. İnanılmaz yetenekli bir bir piyanist, inanılmaz güzel bir şarkıyı, sanki benim için çalıyordu. Mest oldum, eridim, bittim... Sonra araştırdım ettim, öğrendim ki bu siyahi arkadaşımızın adı David Sides imiş. Kendisi California Riverside'lı. Halen de orada ikamet ediyor sanırım, bilemeyeceğim. 10 yaşından beri piyano çalıyormuş, şu an 24 yaşındaymış. Umarım da bekardır. Hoş, aramızda okyanuslar varken bekar olmasının bana bir faydası yok ama, aşık oldum adama yahu!


Davidçim, r&b şarkılarının piyano coverlarını yaparak ünlenmiş. Kendisi kulaktan çalıyor, bu konu hakkında bir de kitap yazmış. Besteleri de var. 2 adet de albüm yapmış. Albumlerinde kendi bestelediği parçalar yok, yaptığı coverları albümleştirmiş. Ayrıca, düzenli olarak youtube a video yüklüyor, biz sevenlerini mestediyor. Kendisini twitter dan takip ediyorum, anladığıma göre de boğazına çok düşkün bir insan. Ay çok tatlı adam yaaa....

Davidçiğime özenip ben de piyano çalmaya karar verdim. Nasıl yaparım, bu yaştan sonra öğrenebilir miyim, çalmayı becerebilir miyim hiç bilmiyorum. Ama azmettim! Ekşi sözlükten olsun üniversiteden olsun liseden olsun ne kadar arkadaşım varsa beni destekliyor. Gaz vermek diyelim aslında biz buna. "aslansın sen, kaplansın, sen yaparsın, yürü be koçum" falan diye beni iyi bi gazladılar. Ben de gaza gelmeye hazırım zaten. Neyse, piyano fiyatlarını araştırdım önce. Araştırmaz olaydım:(

Bu piyano dediğimiz müzik aleti çok pahalı bir şeymiş. Zengin çalgısıymış anlayacağınız. Nerden bileyim yahu ben, televizyon harici biyerde piyano mu görmüşüm? Sesine hayranım evet ama, çalmaya heves etmemiştim. Küçükken keman çalmaya özenirdim ben. Hep bir kemanım olsun istemişimdir. Ama annem "Derslerini etkiler!!" diye aldırmadı bana bir keman. Flüt bile çalmama izin vermediler. Hatırlıyorum da, ben küçükken babam bana bir gitar almıştı. Tüm gün komşuların kafasını sikince, çareyi çöpe atmakta buldular. Çok ağlamıştım lan:'( Neyse, konu iyice dağıldı, piyano diyordum ben. Heh, piyano dediğimiz alet zengin oyuncağı imiş ve her önüne gelen bunu alamazmış. Ev alınacak fiyata piyanolar varmış.

Ucuzundan dandiğinden akustik bir duvar piyanosu takribi 2000tl imiş. Tabii benim bu kadar param yok. Daha öğrenciyiz abisi. Fakirim lan ben:'( Onun için bu piyano öğrenme hevesi iş bulup çalışmaya başladıktan sonraya kaldı. Evde piyano olmadan piyano öğrenilir mi bilemiyorum. Belki kursa falan giderim ama, pratik yapmadan zor bu işler.

Sevgili İhsan Oktay Anar 30 yaşından sonra kalkıp keman çalmayı öğrenebildiyse, ablam 30 yaşından sonra kalkıp ud çalmaya kastıysa, ben de öğrenirim anasını satayım dedim bu piyano işini. Yapacağım azmettim. Piyano çalmaya başlamadan önce, nota falan öğreneceğim. Kendimi müzikten uzak tutmazsam, bu hayalim bir sene içinde kaybolup gitmez. Ben de küçüklükten beri kurageldiğim bir müzik aleti çalma hayalimi gerçekleştiririm.

Çok bir şey istemiyorum ki ben! Sadece love in this club şarkısını çalabilecek kadar piyano öğreneyim yeter. Konser piyanisti olmak, ünlü olmak gibi hayallerim yok sonuçta. Ve merak edenler için David Sides'ın love in this club coverı geliyor:

http://www.youtube.com/watch?v=-f6kHN2_Gok

Azmettim öğreneceğim, öğrendiklerimi buradan paylaşacağım.

mantı üzerine deneysel çalışmalar


Efenim, mantı denince nedense herkesin aklına geleneksel mantı çeşitlemeleri gelir. Mantı dediğin kıymalı olur, mantı dediğin sarımsaklı yoğurtla yenir, mantı dediğin bohça şeklinde katlanır, bir kaşığa bilmemkaç tane mantı sığar vb... Oysa yemek dediğimiz güzelliğe biraz deneysel yaklaşmak gerekmez mi?


Bence mantı olayında biraz deneysel takılmak gerek. Tutturmuşlar bir kıymalı mantı. İtalyan restoranında karidesli ravioliyi yiyorsun? Annen evde peynirli mantı yapsa yemezsin ama! Bu ne perhiz bu ne lahana turşusudur sorarım size ey ahali! Yemek konusunda tutucu olmamak lazım kanımca.

Evet, belki lor peynirli mantı o kadar hoş olmuyor ama, kanımca sucuklu ve tavuklusu pek bir leziz, pek bir şahane. Yiyiniz, yediriniz.

titanic ve diğer batık gemiler hakkında

29 Ağustos 2009 Cumartesi

Tamam bu blog Clive Cussler'a adanmış değil ama ben kendisini çok sevdiğim için konu dönüp dolaşıp ona geliyor. Evet dün gece yine sabaha kadar oturup Clive amcanın teee 1970li yılların sonunda yazdığı Raise The Titanic, türkçeye çevrildiği adıyla Titanik'i okudum. Bu arada belirtmeden geçemeyeceğim ki Clive amcanın kitaplarını çevirenlerin ve yayınevlerinin garip bir espri anlayışı var. adı Sahara olan kitabın adını uzatıp "Sahrada Ayak Sesleri" yapıyorlar, Raise The Titanic gibi uzun bi adı kısaca Titanik diye çevirmekte beis görmüyorlar. Zaten kitabın ilk baskıları Altın Kitaplar tarafından Lanetli Gemi adıyla ve başka bir çeviriyle yayınlanmış. Benim elimdeki Remzi Kitabevi tarafından yayınlanmış 3. baskısı.



Bu kadar laf salatasından sonra, gelelim kurgu ile gerçekler arasındaki farklara...


Titanik dediğimiz gemi batığı, 1985 temmuzuna kadar keşfedilmemişti. Bizim adına Titanik dediğimiz kitap ise 70'lerin sonunda yazılmıştı. Yani bilgi yanlışları olması doğal. O zamanlar bu dev geminin tek parça halinde battığına inanılıyordu ve bu nedenle de kitap bu varsayım üzerinden şekillenmişti. Efsanevi kahramanımız Dirk Pitt, kendisinin ikinci takımının beşinci golünü atarak Titanik'i tek parça halinde çıkarıyor, ancak hikayemiz bununla bitmiyordu.


Gerçekte ise, gemi iki parça halinde batmış. Üstelik, iki parça arasında yaklaşık 500 metre bir mesafe var. Kitapta gemi pas tutmamış, güverte ve iç kısımları gayetle sağlam kalmış iken gerçekte böyle bir şey söz konusu değil tabii. Gemi perişan vaziyette. Sanırım da birkaç sene içersinde kaybolup gidecekmiş. Halbuki milattan öncesine ait tahta gemiler sapasağlam kalabiliyorlar. Mukadderat...


Efenim tüm bu bilgileri, Secrets of Titanic isimli national geographic belgeselinden öğrendim. Adamlar her konuya olduğu gibi bu konuya da el atmışlar. Yalnız belgeseli ben pek beğenmedim. Daha uzun olabilirdi. Titanic'in son gecesi hakkında daha çok bilgi verilebilirdi. Mesela Titanic'in nasıl battığına dair üç boyutlu grafikler, maketler gösterilmemişti. Hakkında üretilen teoriler ve gerçeklerden bahsedilmemişti. Battığı yer tam koordinatlarıyla belirtilmemişti vs. Hülasa, beğenmedim efenim.


Boş bir vaktiniz olursa, kitabı okumanızı ve belgeseli bulup seyretmenizi tavsiye ederim ama. Her şeye karşın Titanic ile ilgili hikayeler, geminin kendisi kadar büyüleyici.

clive cussler ve macera kitapları hakkında

28 Ağustos 2009 Cuma

İnsanın oturduğu yerden gideremediği o macera tutkusunu gideren yegane şey macera kitaplarıdır. Senelerdir yazılıyor, senelerdir okuyoruz. Bundan sonra da yazılmaya devam edecek ve biz de ayıla bayıla okuyacağız, ama anlamsız bir şekilde bu kitaplar küçümseniyor. Deli olmak işten değil!


Geçen gün elime Clive Cussler'ın ilk baskısı teeee 1979'da yapılmış Iceberg isimli kitabı geçti. Türkçeye Buzdağı adıyla çevrilmiş tahmin edilebileceği gibi. Benim elimdeki, Altın Kitaplardan çıkan 2. baskısı. Şu an baskısı var mı bilemiyorum, zaten elimde olduğu için pek de ilgilenmiyorum. Almak isteyen olursa, kitapyurdu'na, pandora'ya falan bakabilir.

Aslında kitap tanıtmak değildi benim amacım. Anlatmak istediğim başkaydı. Kitabımı elime almış, okumak için koltuğuma yayılmışken, entel dantel bir arkadaşım ziyaretime geldi. Koltuğumun üzerinden arkadaşa "siktir git de keyfimize bakalım" der gibi melül melül bakan kitabıma küçümser bir bakış fırlatıp "ııyyy, ucuz maceralara mı merak saldın artık?" diye aklı sıra beni ezdi.

Ucuz macera romanı ne lan? Sanki paşam bütün gün shakespeare falan okuyor da beni küçümsüyor! Ulan o romanlarda insana çağının ilerisinde bir teknoloji sunuyorlar, sen kendini ne sanıyorsun ki kodumun enteli? İnternetten okuduğu kitap özetleri dışında kitaplar hakkında zerre fikri olmayan, lisedeki kompozisyon ödevlerini yalvar yakar bana yazdıran insan, kalkmış Clive Cussler'ın iyi bir yazar olmadığını söylüyor. Tek bir kitabını bile okumadığı halde!

Clive amcayı ben çocukluğumdan beri takip ederim. Hemen hemen tüm kitaplarını da okumuşumdur. Titanik'in çıkarılması daha gündemde bile değilken Titanik'in çıkarılmasıyla ilgili bir roman yazmış, 1970lerde, 80leri, 1980lerde 90ları görebilmiş bir yazar. Alternatif bir tarih anlayışı sunarak okurlarını düşünmeye zorlayan, bir holywood filmi izlermişçesine heyecanlandıran, inanılmaz faydalı bilgiler veren bir tarzı var.

Buzdağı isimli kitabını okurken, Edgar Allan Poe, Samuel Johnson (ki bu Johnson fenerbahçeli eski futbolcu değildir), Samuel Taylor Coleridge gibi yazarların şiirlerine atıfta bulunuyor. Sayesinde okumak istediğim kitaplar listesine pek çok isim eklendi. Onu geçtim, klasik arabalara olan hayranlığım, sırf Dirk Pitt'e olan sevgim yüzündendir. Tek fark, Dirk gerçek otomobillerin koleksiyonunu yaparken, ben ancak modellerinin koleksiyonunu yapabiliyorum.

Macera romanları, insanın önüne çok farklı evrenlerin, çok farklı hayatların kapılarını açar. Bu edebiyat değildir, bu saçmalıktır diyenler ağızlarından çıkanı kulağı duymayan beyni sulanmış şapşal organizmalardır. Issız bir adada kalan insanın nasıl bir psikoloji içersinde olabileceğini, Kutup gezginlerinin başından neler geçtiğini, oradaki insanların nasıl hissedeceğini, bir uçağı kullanmanın nasıl bir his olduğunu, bir gemide fırtınaya tutulanların korkularını hep bu kitaplar sayesinde öğrenebiliriz. İnsanı oturup freud, jung okuyarak değil, macera romanlarını okuyarak, okuyarak da değil, o maceraları bizzat yaşayarak öğrenebiliriz. Ben belki de Uzun İhsan Efendi gibi korkak olduğum için, dışarı çıkıp o maceralara atılmaya çekiniyorum. Ancak düşlerimde yapabiliyorum bunu. Düşledikçe okuyorum, okudukça düşlüyorum ve bu kısır döngü içersinde düşünüp düşündüklerimi yazıyorum.

Bu blogu yayınlama amacım da bu aslında,gezdiğim/gördüğüm/okuduğum/öğrendiğim şeyleri insanlarla daha samimi bir şekilde paylaşabilmek. Umarım birileri yazdıklarımı okur ve benimle beraber gerçek maceralara atılma cesareti bulur:)

babamın radyosu