eylül

26 Kasım 2009 Perşembe

                                  "Her güzel şey kalbimde bir yara açarak gider."

Böyle demiş Mehmet Rauf, Eylül isimli romanında. Romandan aklımda kalan en önemli cümle de budur bir bakıma. Herkes Halid Ziya'nın Aşk-ı Memnu'sunu konuşurken, aklıma yasak aşkı irdeleyen bu kitap geldi.

Efenim, Eylül türk edebiyatındaki ilk psikolojik romandır. İlk olmasının handikapları dışında oldukça güzeldir, döneminin özelliklerini yansıtır. Peki neymiş bu dönem? Servet-i fünun. Pek tabii ki üslup olarak şu anda okuyan bizlere oldukça sıkıcı gelecektir. Bazen öyle cümleler kurulmuş ki anlamak mümkün değil. Ancak döneminde epey ses getirmiş, hatta bazı edebiyatçılar, adı lazım değil baş harfi Halid Ziya, bu eser için "yayınlanmadan önce tevfik fikret tarafından düzeltildi." falan diye dedikodular çıkarmıştır. Böyle bir şey var mı bilmiyorum ama, kitabın üslubunu tevfik fikret'inkine pek benzetemediğimi de söylemeliyim. Belki de Halid Ziya sinirinden böyle bir şey demiştir. Çünkü Mehmet Rauf ile pek bir kanki imişler zamanında. Bir gün birlikte otururlarken Halid Ziya'nın bi arkadaşı gelmiş, balayına gidecekmiş evini nasıl döşediğini filan anlatmış. Mehmet Rauf da kankisinin yüzünde bir hüzün ve kıskançlık görmüş. Gençliğinin gittiğini, artık böyle bir mutluluğu yakalayamayacağını düşündüğünü anlamış. Bu düşünce de Eylül'e ilham vermiş. Yani benim kankim de böyle bir olaydan yola çıkıp güzel bi eser yazsa sonra da hikayeyi uluorta anlatsa ben de sinirlenirdim.

Neyse, dedikodu faslını geçelim efenim. Kitaba dönelim.

Oldukça simgesel bir dil kullanılmış pek tabii ki. Yani kahramanların adlarında bile bunu görüyoruz. Genellikle bir kadın ismi olarak kullanılan "süreyya" bu eserdeki erkek baş kahramanımızın ismi. Yine genelde bir erkek ismi olarak kullanılan "suat" ise esas kadınımızın adı. Yazar neden böyle bir şey yapmış? Bilemiyorum aslında, yani bir sebebi varmış ama şimdi hatırlamıyorum. Edebiyat okuyan bir arkadaşım var benim Caner diye, ona sordum o da bilmiyormuş. Hatta şaşırdı neden buna takıldın diye. Takılırım arkadaş, önemliydi bu benim için!

Şahsi kanaatime göre, Suat hanım kocasına göre daha baskın bir karakter olduğu için bir erkek ismi almıştır. Çünkü her ne kadar duygularına yön veremese de, bocalasa da, depresif ruh hallerinden kurtulamasa da, hayatla ve kendisiyle çok daha fazla ilgilidir kocasına nazaran. Süreyya desen snob herifin teki. Adamı bırak bütün gün tekneyle gezsin! Azcık karınla ilgilen lan! Gözünün önünde en yakın arkadaşınla işi pişiriyo senin ruhun duymuyo!

Bir sözüm de Necip için. Evladım anan baban yok mu senin? Hastalanıyorsun, bu insancıklar bakıyor sana. Evlerinden dışarı çıkmıyosun, hep bunlardasın. Evli bu insanlar yahu, ayıp denen bişi öğretmediler mi sana? Ayrıca bu Necip de tam bir mirasyedidir haa, nerde akşam orda sabah gezip duran bir tip. Bir gün olsun çalıştığını, ne bileyim bir işle ilgilendiğini görmedim. Ama yeni çıkan ne varsa alır, pahalı yerlerde yer içer gezer. Arkadaş nerden geliyor bu değirmenin suyu diye sorarlar adama!

Aslına bakılacak olursa, on gönlüm olsa birini bu sarsak Necip'e vermem. Ama işte kadınlardaki arıza tiplere aşık olma eğilimi burada kendisini gösteriyor. Necip içten içe tutkundur zaten Suat'a. Bana göre aslında ona da değil, arkadaşının evliliğine tutkundur. Bir çeşit imrenme bu aslında. Mutluluğu bulmuş bir çifti görüp hayranlık duymak gibi. Ama Necip, Behlül gibi kaypak ve şerefsiz bir insan olmadığından duygularını kendi içinde yaşar. Suat'ın bir eldivenini çalıp saklar ki klasik aşk romanlarının en önemli metaforlarından biridir bu. Küçük Kadınlarda da mesela meg'in bir eldivenini çalmıştı şimdi adını hatırlayamadığım kocası olacak o angut. Neyse, "çok romantik ulan" "o zamanlarda aşk bile ne masummuş, şimdi olsa iç çamaşırını çalar bu sapıklar" diye düşünmeden edemiyor insan.

Suat, aydın bir kadındır aslında. Hani Bihter gibi "yatır sik kaldır dik" kadınlarından değil. Kitap okuyan, yabancı dilleri bilen, piyano çalabilen bir insandır. Kocasını da çok sever. Kocası da onu. Görünürde mutlu bir evliliği vardır ama, içten içe mutlu değildir Suat. Orta yaş bunalımındadır çünkü. Gençliği, güzelliği gitmektedir. Bu bunalımlı dönemde, kendisinden hoşlanan bir erkeğin varlığı ona umut verir. Necip'e değil, bir erkeğin ona hala ilgi duyuyor olabileceği fikrine aşık olmuştur bir anlamda. Ama Bihter gibi kevaşe ruhlu olmadığı için aşkını kalbine gömmeye çalışır. Kitabın sonunda ise konakta çıkan bir yangında içerde mahsur kalır. Kendisini kurtarmak için alevlerin içine atlayan Necip ile birlikte yanarlar. Olan zavallı Süreyyacığıma olmuştur. Bir gece içinde hem karısını, hem en yakın arkadaşını hem de evini kaybetmiştir. Sonrasında zavallı adamcağıza ne oldu, Yeni bir ev yaptırdı mı, tekrar evlendi mi hep merak etmişimdir.

Eylül, ilk olmanın sıkıntılarını, döneminin ağır ve ağdalı dilini, simgesel anlatımın handikaplarını barındırsa da, edebiyat ödevleri dışında da zevk için alınıp okunmayı hakkeden bir kitap. Özellikle mekan tasvirleri ile kişilerin iç dünyaları arasındaki irtibatlandırmalar başarılı olmuş. okuyunuz, okutunuz efenim. Mutlu bayramlar.

babamın radyosu