Sınavların başlaması ile birlikte içime bir kuşku ve korku çöktü. Bu arada havanın güzelleşip güneşin açması ise anlamsız bir şaka gibi geliyor. Bahar yorgunluğu dediğimiz zımbırtı üstüme üstüme çökerken, sokaklarda elele gezen çiftler, damlarda sabaha kadar miyavlayan kediler ve daha bir sürü şey insanı iflah olmaz bir melankoliye sürüklüyor. İçimdeki tüm sevgi pıtırcıklarını sikme isteği ile sevgi pıtırcığı olma arzusu ölümcül bir dövüşe tutuştu. Pek uzun sürmedi tabii, sevgi pıtırcığı olma arzusu baharın da desteğini alarak pıtıcık sikme arzusuna fatality çekti. Forza pıtırcıklık!
En nihayetinde bu akşam, bakkala gidip karamelli çikolatalı dondurmamı alıp adsız bir sürü dvd arasından Bbc'nin "Aşk ve Gurur"unu bulup Bridget Jones pozisyonu aldım. Bir süre izledikten sonra da sevgilimden ayrılıp bekar ve tasasız hayata geri dönmeye, yalnız ama dostlarıyla mutlu olmaya karar verdim. Aşk ve Gurur'u neden çok sevdiğimi hatırladım.
Kitabı ilk kez ingilizce hazırlıktayken okumuştum. Of nereden baksak on sene olmuş. Pek tabii ki o 50-60 sayfalık ingilizce özet beni kesmemişti. Hemen kütüphaneye koşmuş, kitabı üç kere hatmetmiş, iade ederken de ağlamaklı olmuştum. Sonrasında çeşitli kereler kütüphanelerden ödünç alarak tekrar tekrar okudum, hemen hemen tüm versiyonlarını (film, dizi vs) izledim. Şu hayatta aşkta mutlu olamamamın tek sebebinin Mr Darcy sendromu olduğunu farkettim.
Ne kadar gözümüzde büyüttük erkekleri, sırf belki içlerinden biri bay Darcy gibidir, mükemmeldir, yakışıklı, zeki, nazik, romantik, zengindir diye... Oysa daha kitapta, Lizzy söylemiyor muydu "öyle bir kadın yok" diye. Evet, ideal kadın yoktu. Miss Bingley ona inanmadı, arkasından çok doğru bir söz etti: "Elizabeth Bennet," said miss Bingley, when the door was closed on her, "is one of those young ladies who seek to recommend themselves to the other sex by undervaluing their own; and with many men, i dare say, it succeeds. but, in my opinion, it is a paltry device, a very mean art"
Aslında sırf bu cümle bile bir insanın Pride&Prejudice fanatiği olmasına yeter. Çok, çok doğru bir söz. Ama söylendiği yer yanlıştı belki de, zira Darcy ayarı vermiştir Miss Bingley'ye. Erkeklere kendilerini iyi göstermek için hemcinslerini aşağılayan kadınlar demek ki 200 yıl önce bile varmış. Ancak Lizzy, orada hemcinslerini aşağılamıyor, bir gerçeği dile getiriyordu. Mükemmel kadın yoktu. Mükemmel erkek de öyle. Bu idealar aleminden bir an önce çıkıp elimizdekinin kıymetini bilmeliydik belki de. Ama o idealar alemi çok güzel. Mr Darcy gibi mükemmel bir erkeğin bana aşık olması fikri çok harika, her ne kadar ben öyle bir erkeği haketmesem de. Mr Darcy ile kıyaslayınca, insan birlikte olduğu erkeği değersiz, aptal ve duygusuz bir varlık gibi görüyor. Aşık olmadığını düşünüyor. Saygı görmediğini farkediyor.
Hem 2005'teki holywood versiyonu hem de Bbc'nin dizisinde, Lizzy de çok yüzeysel biri gibi gösteriliyor. Sanki Darcy'ye onca malı mülkü gördükten sonra, sevmediği halde evet demiş gibi. Oysa Lizzy önce saygı duydu Darcy'ye. Kendi ön yargılarını yırtıp da objektif bir şekilde baktığında, onun saygın ve iyi biri olduğunu gördü. Kendi gördüğü Darcy'yi değil, başkalarının ona anlattığı Darcy'yi sevdi. Başkalarının gözünden onu görünce, kendi gözündeki imgesi de değişti. Bu imgeyi sevdi. Gerçekten de, Mr Bennet'ın da dediği gibi daha az değerli bir adam için Lizzy vazgeçilebilir değildi.
Babası Lizzy'den daha az değerli biri için vazgeçemiyorsa, ben niye kendimden daha az değerli biri için vazgeçeyim? Neden beni yeterince sevmeyen, beni yeterince koruyup kollamayan, bana huzur ve güven vermeyen, bana istediğim gibi bir hayatı sağlayamayacak birine kalbimi veriyim? Neden ideallerimden bir erkek için vazgeçeyim? Neden? Neden daha azıyla yetineyim? Bir baba kızından daha az değerlisi için vazgeçemiyorsa, bir kız neden daha azıyla yetinsin? Evet, Mr Darcy sendromu aşk hayatımı sikip atıyor kabul ediyorum. Ama saygı duymadığın ve sana saygı duymayan biriyle olmaktansa, yalnız olmak daha güzel.
mr darcy ve aşk üzerine
29 Mart 2010 Pazartesi
Gönderen zipirinsan zaman: 3/29/2010 09:37:00 ÖS 1 yorum
rüyalar, rüyaalaaar, rüyalaar gerçek olsaaa
27 Mart 2010 Cumartesi
Entel olmaya karar verdiğimden beridir, entellerin çer çöp dediği şeyleri okumayı bıraktım. Bu benim için büyük bir karar. Hala Clive Cussler'ı özlüyorum, twitter'dan takip ediyorum gerçi ama, oradan da bir şey yazdığı yok. öldü mü kaldı mı bilmiyorum, hayatından endişeliyim. Neyse, konumuz bu değil, konumuz başka.
Efenim, fantastik maceraları çok sevdiğimden midir bilmiyorum, fantastik rüyalar görürüm ben sürekli. Bir keresinde, rüyamda sauron dünyaya dönmek için oğlumun bedenini ele geçiriyordu ve ben dünyayı ve oğlumu kurtarmak için sauronla savaşıyordum. sauron'u öldürüp de oğlumu kurtardıktan sonra havuzda kutlama yaparken, oğlum bana dönüp ağzından alevler çıkarıyordu bana. Gördüğüm en fantastik rüya elbette bu değildi. Kaldığım yurdun bahçesindeki gölde yunuslarla muhabbet ettiğim bir rüyaydı mesela. Küçükken çok Flipper izlemiş olmam bunda etken olabilir bilemeyeceğim. Ama "bize bir şey anlatmaya çalışıyor" demeden, bildiğin konuşuyordu bu yunuscan. Üstelik, bildiğin yunus rengi değildi. Yeşildi, karnının altında siyah bir iz vardı. Sanırım bir çizgi filmde böyle bir yunus görmüştüm. Bunu hatırlıyorum.
Pek tabii ki tekrarlayan rüya imgeleri de oluyor. Mesela yüzük kaybetme temalı yüzlerce rüya görmüşümdür. Bir tanesinde evlilik yüzüğümü kaybediyordum, okuldaydım. Bir tanesinde yurttaydım, yüzüğümü kaybediyordum, yüzük beyaz taşlıydı. Sonra oda arkadaşım yüzüğü buluyor, bana veriyordu ancak yüzüğün taşı kırmızıya dönüyordu. En son da annemin hediye ettiği yüzüğü eski sevgilimin evinde kaybettiğim bir rüya gördüm. Eski sevgilim, en yakın arkadaşlarımdan birinin eski sevgilisiymiş ve bu durumu kimse, benim ailem de dahil bilmiyormuş. Ben onun evine annemin hediyesi olan yüzüğü bulmaya gidiyorum ancak içerde yeni sevgilisi uyuyor ki yeni sevgilisi de benim arkadaşım. Birlikte yüzüğü ararken, bir ton özel eşyamı buluyorum evinde ama yüzüğü bulamıyorum. Sonra annem geliyor, Meğersem bizim mahalleye yeni taşınmış da annem de öğrencidir yardım olsun diye yemek bilmemne getirmiş, eski eşyalardan verelim bir şeye ihtiyacın var mı vs diye soruyor. Ben mutfağa saklanıyorum ve annemin söylediklerini duydukça hırsımdan kuduruyorum. Of uyandığımda resmen rahatlamıştım.
En son camiye donsuz girdiğim bir rüya gördükten sonra, bu garabet şeyler nedir ne değildir, neden böyle ilginç şeyler benim rüyalarıma giriyor diye düşünüp bu konuyu araştırmaya karar verdim. Cidden insanın camiye donsuz girmesi çok kötü bir şey, gerçek hayatta denemek isteyen olursa diye diyorum, girmeyin. Ölüyordum az daha. Sokakta donsuz gezmek daha güvenli. Hiç değilse sadece sikerler.
Entel bir insan olmaya karar verdiğim için, pek tabii ki sıradan islami usullere uygun rüya yorumları ile yetinemezdim. Zaten rüyada sauron görmenin bir tabiri yoktu. Rüyada tibet öküzü görmenin bile yorumunu bulamamıştım, nerden bulcam sauronu değil mi ama! Bu nedenle Freudyen rüya yorumları neymiş, nasıl yapılırmış öğrenmek için Freud babanın rüya yorumları isimli eserinin her iki cildini de satın aldım. Evet sevgili okuyucu, yaptım bunu.
Henüz entellikte stajyer olduğum için pek bir şey anladığımı söyleyemem. Zaten henüz birinci cildi bitirdim, ikincisini okumadım. Ancak şunu söyleyebilirim ki, Freud kesinlikle Nietzsche'den daha iyi bir yazarmış. Daha anlaşılır, daha akıcı bir üslubu vardı eserin. Belki de çevirmen daha iyiydi. Evet evet, bu ikinci ihtimal daha yüksek.
Gelelim rüyaların sebeplerine. Efenim regl olduğum geceler sürekli bir yerlerimin kanadığını görmem mesela, somatik rüya sınıfına giriyormuş. Zira rüyalarda bedensel rahatsızlıklarımız su yüzüne çıkıyor, kendilerini ele veriyormuş. Bunun sebebi ise uyurken duyu organlarımızın dış dünyadan çok vücudumuzu dinlemeye başlaması imiş.
Elbette ki duyu organları uyurken kendisini dış dünyaya tamamen kapamıyor. Böyle olsa belki de asla uyanamazdık. Duyu organların algıladığı uyarıcılar bir şekilde rüyalarda kendisini belli ediyor. Misal çalar saatin sesini rüya esnasında rüyanın gidişatına uydurmuş bir şekilde duyuyoruz. Telefon çalması, siren vs gibi şekillerde o zil kendisini belli ediyor. Mesela gece kolun uyuştuysa, kolunu kestiklerini görebilirmişsin. Astım hastaları kendilerini denizde boğulurken görürmüş mesela. Gece kolun bacağın yataktan sarktıysa, kendini uçurumdan, yüksek bir yerden düşerken görebilirmişsin. Benim için en önemlisi: KENDİNİ ÇIPLAK BİR ŞEKİLDE ORTALARDA DOLAŞIR GÖRÜYORSAN, GECE KIÇIN AÇIKTA KALMIŞ DEMEKTİR. Evet, insanlar geceleri üstlerini açıp üşüdüklerinde, kendilerini kıyafetsiz bir şekilde ortalarda dolaşır olarak görürlermiş. Bunu öğrendikten sonra ne kadar mutlu olup sevindiğimi anlatamam. Normalmişim lan! Sadece gece üstümü açıyormuşum. Aslında açmıyorum da, örtünmek gerekir çünkü açılmak için. Bundan sonra yaz geceleri bile yorganla yatıcam.
Freud amca sayesinde rüyalarımla ilgili epey bir açıklama edindim, bir şeyler öğrendim. Tamam çok şey anlamadım ama, bir kere daha okuyup biraz daha araştırma yaparsam öğrenebileceğimi düşünüyorum. Anlayıp öğrendikçe, Bloğumdan aktarmaya devam edeceğim sevgili kuzucuklar.
Bu kadar rüyadan bahsettikten sonra, Emel Sayın'ın o güzel sesinden "rüyalar gerçek olsa" yı dinlemeden gitmek olmaz. Gerçi benim rüyalar gerçek olsa, hakkaten dünya çok daha karmaşık bir yer olurdu.
Gönderen zipirinsan zaman: 3/27/2010 01:04:00 ÖS 0 yorum
böyle buyurdu zerdüşt
12 Mart 2010 Cuma
Gönderen zipirinsan zaman: 3/12/2010 05:01:00 ÖÖ 0 yorum
Etiketler: edebiyat