bir yaz gecesi rüyası

17 Nisan 2010 Cumartesi

Tüm çocukluğum Galadriel'e özenerek geçti. O yaşayan tüm canlıların en zariflerinden biriydi, her görenin aşık olduğu... Üstelik, çok kudretli bir kadındı. Uğruna silmariller yapıldı, ali yüzükler dövüldü. Üçler'in en zarifini o koruyordu. Ama tüm bunların dışında, ona hayran olmamın sebebi, Sam'in Faramir'e yaptığı Galadriel tarifi idi.

"Öyle güzel ki beyim, latif! Bazen, çiçek açmış ulu bir ağaç gibi. Bazen, kır bir fulyacık gibi minik ve narin sanki. Elmas kadar sert, mehtap kadar yumuşak. Güneşin ışıkları kadar sıcak, yıldızlardaki buz kadar soğuk. Karlı bir dağ kadar mağrur ve ırak... Baharda saçlarında papatyalarla gördüğüm genç kızlar kadar neşeli. Ama tüm bunların hiç anlamı yok ve demek istediğimi hiç anlatamıyor."

Ben de böyle tarif edilmek istemiştim. Biri beni öyle anlatsın, öyle hayran olsun, öyle sevsin istemiştim... Pek tabii ki ne öyle güzelim, ne öyle zarif...

Bugün otobüsle eve dönerken, bahar ağaçlarının altından geçtim. Öyle güzeldi ki... Sanki, bahar günlerinde rivendell'da yürüyordum. Rüzgar yüzüme çarpıyordu. Yaşamı damarlarımda hissediyordum, gerçekten mutluydum. Belki bir Galadriel olamazdım ama, Elrond olup kendi rivendell'ımı inşa edebilirdim. Kendi cennetimi yaratabilirdim orta dünyanın dışında da.

Aslında herkes Lorien'in altın ormanının orta dünyanın en güzel en zarif yeri olduğunu düşünse de, benim de Galadriel'e olan sevgim tüm diğer elflerden farklı da olsa, ev dediğimiz şey rivendell'dır, Elrond'un evidir. Çünkü, orası deniz'in doğusundaki son sıcak yuva idi. Herkes, kendi evinden bir parça bulabiliyordu. Irmakları, ormanları, bahçeleri, kütüphaneleri... Hikayeler anlatan, şarkılar söyleyen, şiirler okuyan elfleri ile bir insanın yaşamaktan zevk alacağı, huzur bulacağı bir yerdi. Benim neden öyle bir evim olmasın ki?

Tamam, şarkı söyleyen elfleri evime getiremeyebilirim. Ama evimi o huzur ortamına çevirebilirim diye düşündüm. Hayaller kurdum. Banu, Ahmet falan bana gelmişler, bir yaz gecesi verandada oturmuş çekirdek çitleyip kola içiyoruz. Ne bileyim, belki bilgisayardan bir diziye bir filme bakıyoruz... Hava boğucu değil, hafif bir rüzgar saçlarımızı dalgalandırıyor, ancak kesinlikle üşütmüyor...

Veya belki de, buz gibi biralarımızı almışız öğlen vakti... Birlikte takılıyoruz, fonda my immortal çalar, Banuyla ben ağlaşırız. Banu için bitter, benim için de beyaz çikolata olur, belki de biraz tuzlu fıstık... Sonrasında canımız isterse çıkar dolaşırız, belki sahile ineriz... Sarhoşluk ikindi güneşi ile birlikte başımıza vurur, taksiye zor atarız kendimizi eve dönebilmek için... Alışveriş yapar, bir sürü abur cubur alır eve gelir hepsini yeriz.




İnsanın kendi rivendell'ını oluşturması, kendi cennetini yaratıp orada mutlu mesut yaşaması ne kadar zor... Bazen ne bileyim, sanki ruh emiciler gelmiş de içimdeki tüm mutluluğu almışlar gibi hissediyorum. Sanki bir daha hiç mutlu olamayacakmışım gibi... Oysa bazen de, bugün olduğu gibi çok mutlu oluyorum, eski mutlu günleri düşünüyorum, gelecek mutlu günlerin hayalini kuruyorum, planlar yapıyorum, sanki hiçbir şey beni mutsuz edemezmiş gibi...

Bahçesinde, bahar geldi mi bembeyaz çiçekler açan ağaçların olduğu, içindeki toplu iğneye kadar her şeyini kendi zevkime göre seçebileceğim kendi rivendell'ıma bir an önce kavuşmak istiyorum ben artık. Galadriel olmak önemli değil artık. Zarif ve güzel olmak, herkesi kendime hayran bırakmak önemli değil. Önemli olan huzuru bulabilmek.

Belki de asla bahçeli bir evim olamayacak. Belki asla verandası olan bir evim de olamayacak. Ama ben bir yaz gecesi balkonda çekirdeğim ve kolamla arkadaşlarımla oturacağım daha önce de oturduğum gibi. Bir öğle vakti buz gibi biralarımızı açıp maç izleyeceğim sevdiklerimle. Belki toplu iğnesine kadar severek seçemeyeceğim eşyalarımı. Ama toplu iğnesine kadar seveceğim. Bir pazar sabahı erkenden uyanıp piyano çalabileceğim, krep yaparken şarkılar söyleyebileceğim ve kimsenin bana "kes sesini" diye bağırmayacağı o mutlu günler gelecek...

0 yorum:

babamın radyosu